Kan şekerini oluşturan asıl kaynak besinler olduğuna göre diyet, diyabet tedavisinin temelidir. Karbonhidratlar kan şekeri düzeylerini etkileyen temel besin öğesidir. Öğünlerden sonra, öğünde alınan karbonhidrat miktarına paralel olarak kan şekeri yükselmeye başlar. Protein ve yağların kan şekerinin yükselmesinde göz ardı edilecek kadar az payı vardır.
Beyin, sinir sistemi ve alyuvarlar normal koşullarda enerji ihtiyaçlarını mutlak surette karbonhidratlardan karşılamak durumundadır. Bazı karbonhidratlar besinlerde doğal olarak bulunurlar (meyvelerde fruktoz, sütte laktoz, tahıllarda nişasta gibi). Bazıları ise sonradan ilave edilirler (sofra şekeri ve şeker içeren besinler). Kaynağı ne olursa olsun, vücut gerçekte bu farkı anlamaz. Karbonhidratlar büyük oranda bitkisel kaynaklı besinlerden alınmaktadır. Bu karbonhidratlar vücutta yapıtaşı olan glikoza dönüşür ve kan şekerinin esas kaynağını oluştururlar. O nedenle Dünya Sağlık Örgütü günlük alınan enerjinin %55-60’ının karbonhidratlardan karşılanması gerektiğini vurgulamaktadır.
Bu karbonhidratların en fazla %10’luk kısmının rafine şekerden, geri kalanının ise kompleks (besinlerde doğal olarak bulunan) karbonhidratlardan karşılanması gerekmektedir. Ancak diyabetli bireylerin rafine şeker ve şeker içeren tüm besinlerden tamamen kaçınması, bu ihtiyaçlarını sadece kompleks karbonhidratlardan gidermeleri önerilmektedir.
Günlük beslenme planı oluşturulurken 3 ana 3 ara öğün şeklinde bir düzenleme yapılmalıdır. Ana öğünler arası yaklaşık 6’şar saat olmalıdır. Her ana öğünün yaklaşık 3 saat sonrasında birer ara öğün alınmalıdır. Özetle, diyabetli birey hemen hemen her 3 saatte bir besin almalıdır. Aksi takdirde kan şeker seviyesi düşmeye başlar ve hipoglisemi denilen tablo ile karşılaşılır. Ani bir acıkma isteğinin ardından zamanla titreme, terleme, çarpıntı, bulanık görme, müdahale edilmezse şuur bulanıklığı, koma ve ölüm gibi durumlarla karşılaşılabilir.
Kan şekerinin yükselmesinin en temel nedeni karbonhidrat içeren besin alımıdır. Özellikle de rafine şeker ve şeker içeren (çikolata, meşrubat, reçel, pasta vb.) bir besin alımı ile birlikte kan şekeri kısa sürede yükselmeye başlar. Çünkü rafine şekerler hızla ve tamamen kana karışmaktadır. Dünyada her geçen gün şeker hastalığına eğilimin artmasında değişen yemek kültürünün ve çalışma koşullarıyla artan stres faktörünün etkisi görmezlikten gelinemez. Halk arasında asabi şeker diye tanımlanan bir durum vardır. Pek çok kişi şekerinin strese bağlı olduğunu iddia etse de, genelde bu durum aşırı karbonhidrat alımına ve hareketsiz yaşama bağlı olabilmektedir. Stresin elbette kan şekerini artırıcı etkisi vardır, ancak 80 mg/dl olması gereken bir şeker stres sebebi ile 480’e çıkmaz. Geleneksel Türk Mutfağından fast food şeklinde tabir edilen hazır besin alımına geçiş sonucunda diyabet, kalp – damar hastalıkları, mide – bağırsak sorunları, şişmanlık, karaciğer ve böbrek rahatsızlıkları vb. sağlık problemleri ile daha sık karşılaşılmaktadır. Bu duruma teknolojik gelişmeler sebebi ile hareketsiz yaşamın da eklenmesi sıkıntıyı çok daha fazla artırır hale gelmiştir.
Üzerinde diyet ibaresi bulunan her besin diyabetliler için uygun olmayabilir. Diyet ürünlerin özelliği en az %25 oranında daha düşük enerji içermeleridir. Ancak herhangi bir besinin düşük enerjili olması hiç şeker içermediği anlamına gelmemektedir. Bu tür besinlerin içinde glikoz veya sofra şekeri olabileceği için ambalajdaki içindekiler bölümü dikkatlice okunmalıdır.
Öte yandan üzerinde diyabetik yazan besinlerde ilave olarak glikoz veya sofra şekeri bulunmaz. Yapay tatlandırıcı içerirler. Etiketinde şekersiz yazısı bulunan besinlere dışarıdan şeker katılmadığı, ancak kan şekerini artırıcı etkilerinin söz konusu olduğu bilinmelidir. Dolayısıyla diyabetli bireyler belirli yiyeceklerden kısarak bu ürünleri tercih edebilirler. Sonuçta her diyabetik besinin de bir enerjisi olduğu, serbest olarak tüketilmeyeceği unutulmamalıdır. Lezzet veren 4 temel öğe vardır: Un, tuz, yağ ve şeker. Birinin miktarında yapılan azaltma genelde bir diğerinin miktarının artırılması ile lezzet dengelenmektedir.
Aspartam içeren tatlandırıcılarla üretilmiş diyet ürünlerin depresyon, şişmanlık, baş ağrısı, unutkanlık, eklem ağrısı, bulantı, uykusuzluk, kas spazmı, Parkinson, kanser gibi yan etkileri olduğu söylense de, hiçbir katkı maddesi toksik değildir, toksik olan dozudur. Yapay tatlandırıcılar ilk olarak 1900’lü yılların başında ortaya çıkmış, 1940’lardan beri tüm dünyada hem diyabetliler hem de sağlığına özen gösterenler bireyler tarafından yoğun olarak kullanılmaktadırlar. Günümüzde en fazla kullanılan yapay tatlandırıcılardan biri olan aspartam üzerinde 200’ü aşkın bilimsel çalışma yapılmış, yüksek dozlarda kullanımında dahi zararlı bir etkiye sahip olmadığı görülmüştür. Aspartam ve diğer yapay tatlandırıcıların kullanımı Dünya Sağlık Örgütü tarafından onaylanmıştır.
Ancak 1970’lerde yapılan küçük çapta bir araştırmada sakarin içeren yapay tatlandırıcıların ratlarda (sıçanlarda) mesane kanserine yol açtığı saptanmıştır. Öte yandan bunu izleyen çalışmaların hiçbirinde benzer bir etkiye rastlanmamıştır. Zaten bilim dünyasında hayvan modelinde karşılaşılan bir durum insanlarda da aynen gerçekleşir diye bir durum söz konusu değildir. Yıllardır yapılan çalışmalarda çok daha yüksek dozlarda insanlara verilen bu yapay tatlandırıcılarda benzer bir yan etkinin görülmemesi üzerine, bugün biz diyetisyenler danışanlarımıza Dünya Sağlık Örgütü’nün onay verdiği bu yapay tatlandırıcıları önermekte ve kullanımlarında bir sakınca görmemekteyiz. Bu şekilde bir kanının oluşmasında 20. yüzyılın sonlarına doğru bulunan aspartamın rolü büyüktür. Aspartam piyasada sakarinin önüne geçmiştir. Sonraları sakarinin aspartama meyve veren ağaç taşlanır veya çamur at izi kalsın misali karalama politikası uygulayarak unutkanlık yaptığına dair demeçlerin verilmesi sonucu her 2 grup yapay tatlandırıcı da “kötü” olarak hafızalara kazınmıştır. Ancak tüm yapay tatlandırıcılar gerek diyabetliler gerekse formuna dikkat edenler ve aileleri tarafından rahatlıkla kullanılabilirler. Formda kalmak, şekerin zararlı etkilerine maruz kalmamak ve damak tadından vazgeçmemek için yapay tatlandırıcılar güvenle kullanılabilir.
Dünya Sağlık Örgütü ADI (Acceptable Daily Intake) değerleri ile günlük alınmasına izin verilen miktarları saptamıştır. Örneğin aspartam için 40 mg/kg ADI değeri saptanmıştır. Yani gün içerisinde kişinin vücut ağırlığının her 1 kg’ı için 40 mg aspartama müsaade edilmektedir. Bu da 70 kg ağırlığındaki bir kişi için (70 x 40) 2800 mg aspartama eşittir. Örneğin A firmasının yapay tatlandırıcılarını ele alırsak; her bir tablette 18 mg aspartam bulunmaktadır. Bu kişi 1 gün içerisinde (2800 / 18) 155 adet tatlandırıcı kullanabilir. Hele ki daha düşük dozda (10 mg) aspartam içen B’yi tercih ettiğinde (2800 / 10) 280 adet tatlandırıcı tüketebilir. O nedenle medyada yer alan birtakım haberlere inanmadan önce o yazının hangi kaynaktan sunulduğuna bakmak gerekir. Dış Haberler yazılarak kaynak gösterilmeden belirtilen pek çok haber asılsızdır. O nedenle kanser olacağıma şeker tüketirim daha iyi düşüncesi ile yola çıkarak rafine şeker tüketmek faydadan çok zarar verecektir. Hele ki bir diyabetli birey için. Yapay tatlandırıcı alırken dikkat edilecek hususlar; üretim ve son kullanım tarihlerinin gözden geçirilmesi, homojen bir şekilde dağılması, metalik bir tat bırakmaması, ucuz olması, renk ve kıvamı etkilememesi şeklinde sıralanabilir.
Şeker hastalığının oluşumunda bağışıklık sisteminin bozulması, genetik ve yaşam tarzının çok büyük katkısı vardır. Hareketsizlik, enerjisi yüksek besinlere daha çabuk ve daha kolay ulaşılabilmesi ve bunun beraberinde getirdiği kilo alımı ve şişmanlık şeker hastalığının ortaya çıkışını kolaylaştıran faktörlerdir. Uzaktan kumanda aletlerinin kullanmamak, asansör yerine merdiveni tercih etmek, kısa mesafelerde taşıt kullanılmamak, servis veya taksiden 2 durak erken inmek ve yürümek fiziksel aktivitenin artırılması açısından etkili olabilir. Özellikle ABD’de 2001 yılından itibaren HAS (Health at any size) Hareketi adı altında hangi ebatta olursanız olun, sağlık önemli gibi bir slogan ile insanlar aktivite yapmaları konusunda teşvik edilmektedir.
Yaşam tarzı değişikliği için aşağıda birkaç öneri yer almaktadır:
- Evde enerjisi yüksek (tatlı, kuruyemiş gibi) yiyecekler bulundurmayın.
- Yiyecekleri göremeyeceğiniz şekilde dolaplarda tutun.
- Yemek süresini uzatın. Unutmayın, tokluk hissi 20. dakikada oluşur. Örnek olarak; her lokmadan sonra çatalı, kaşığı tabağa bırakın.
- Yemek için küçük, salata için büyük tabak kullanın.
- Tatlıya başlamadan önce bekleyin ve gerçekten aç olup olmadığınıza karar verin.
- Tam olarak doyduğunuzda değil, açlığınız geçtiği zaman yemeği bırakın.
- Yememeniz gereken herhangi bir yiyeceği çok istiyorsanız yiyin, fakat o yiyecekle aldığınız enerjiyi yürüme veya bir başka aktivite ile harcayın.
- Özel bir olay nedeni ile (parti, davet gibi durumlarda) diyet dışındaki yiyeceklerden azar azar yiyin, fakat onu izleyen öğünü hafif besinlerle geçiştirin.
- Yiyecek alışverişine tok karına çıkın.
- Doymadığınız takdirde yemekten tekrar alma şansının olduğunu düşünerek tabağa mümkün olduğu kadar az yemek koyun.
- Tabakta yemek bırakmaktan çekinmeyin, hatta tabakta bir miktar yemek bırakmayı alışkanlık haline getirin. Kalanı ara öğünlerde tüketme imkanı olduğunu unutmayın.
- Çevrenizdekileri tüketilmesi önerilmeyen besinleri ikram etmemeleri, ısrarcı olmamaları ve hediye olarak getirmemeleri konusunda uyarın. Örneğin; tatlı yerine meyve isteyin.
- Davete gitmeden önce düşük enerjili besinler (salata, meyve, ayran, çorba) tüketin.
- Tatlı yerine, sık yemediğiniz özel bir meyveyi deneyin.
- Egzersiz yapmaya zaman bulamadım sözünü mazeret kabul etmeyin, egzersize mutlaka zaman bırakın.